LİNÇÇİLER ARASINDA DT PANOLARINA DAİR HAYALİ BİR SOHBET
Hilmi Bulunmaz'ın haklı eleştirilerinden kurtulmak için, DT, son çare olarak, Hilmi'nin işi ile evi arasındaki her günkü güzergâhında bulunan Sultanahmet reklam kulesini, Hilmi'nin şimdilik henüz keşfedemediği meçhul bir başka yere kaldırdı.
Bulunmaz'ın yeni durumu belgeleyen iki yeni fotoğrafla desteklediği haberini okumak için, lütfen, tıklayınız:
http://tiyatroyun.blogspot.com/2011/01/sultanahmetteki-istanbul-devlet.html
- Ne dersiniz? Sizce Hilmi'nin gözü görmeyince gönlü katlanacak mı?
- Bence katlanır. Önceleri "panoyu niye kaldırdınız?" diye biraz mızmızlanır ama, daha sonra görmeye görmeye, panoları unutur. Hatırlamaz bile...
- Hilmi mi hatırlamaz?! I-ıh! Hiç inandırıcı değil! Hilmi'nin namını unuttunuz mu? Ona pitbul deniyor. Tuttu mu bırakmıyor.
- Bence de, gözü görmese de, bir tiyatro yayıncısı olarak, gönlü katlanmaz onun bu işe.
- Allah, Allah! Ne olmuş tiyatro yayıncısıysa?! Mustafa Demirkanlı tiyatro yayıncısı değil mi? Demirkanlı'nın gönlu yok mu? Var. Üstelik, gözü gördüğü halde, gözü göre göre katlanıyor Demirkanlı'nın gönlü!
- Ya şimdi Demirkanlı'yı da mı tiyatro yayıncısı sayıcaz?
- Herhalde!... Herif yirmi yıldır tiyatro yayıncısı... Bu işin duayeni... Kuşe kağıttan dergi çıkarıyor.
- Tamam da, insanı tiyatro yayıncısı yapan şey, yıllar ya da kuşe kağıt olamaz ki... Yıllar ya da kuşe kağıt onu tiyatro yayıncısı kabul etmemize yetmez ki...
- Sen kabul etmesen, ben kabul etmesem, o kabul etmese ne fark eder ki?... Demirkanlı'yı DT kabul ediyor. Ona her sayıda beş sayfa reklam veriyor.
- Tamam işte, örneğin, panolarda tiyatro afişi yerine kapitalist markaların afişini gördüğünde, sussun diye veriyor. Yani "sus payı" veriyor. Tiyatral gerçekleri "sus payı" karşılığında görmezden gelen bir yayıncıya, sırf "sus payı" alıp görmezden gelme işini 20 yıldır sürdürüyor ve kuşe kağıt kullanıyor diye tiyatro yayıncısı diyebilir miyiz? Bence Demirkanlı'yı başka bir kategoride değerlendirmek gerek.
- Hangi kategoride?
- Söyleyemem. Söylersem mahkemeye verir ve kesin kazanır.
- Anladım ben onu.
- Bence Demirkanlı'ya haksızlık ediyorsunuz.
- Haksızlık mı? Nasıl.
- Demirkanlı'yı sadece susarak para kazanıyormuş gibi gösteriyorsunuz. Oysa aldığı! "sus payı" karşılığında Demirkanlı'nın tek yaptığı şey susmak değil ki?...
- Başka n'apıyor?
- Örneği yine pano konusundan vereyim: Demirkanlı yalnızca susmakla, yani markaların DT panolarını işgal etmesini görmezden gelip okurlarından saklamakla yetinmiyor ki... Bu gerçeği açıklayan Bulunmaz ve Büktel'e de saldırıyor. "Kanıt göster, Büktel!" diye bar bar bağırıyor.
- Neyin kanıtını gösterecekmiş Büktel?
- Onu söylemiyor! Ama "Kanıt göster, Büktel!", "Kanıt göster, Büktel!" diye defalarca bağırınca, okurlar, sanki Demirkanlı'nın bir bildiği varmış, sanki ortada kanıtı gösterilemeyen şaibeli bir durum varmış gibi bir izlenime kapılabilirler diye umuyor herhalde!
- Ya kardeşim ne kanıtı? Panoların markalarca işgal edildiğini Hilmi Bulunmaz yayınladığı onlarca fotoğrafla belgelemedi mi?
- Belgelemese ne fark eder ki?... Panolar İstanbul'un en işlek meydanlarında değil mi?... Halkın gözü önünde, değil mi? Mustafa daha neyin belgesini istiyor?
- Ya aslında asıl amacı belge istemek filan değil, tabii! Hani "sanki belge istenecek şaibeli bir durum varmış gibi, propaganda yapıyor yani... Hani aldığı "sus payının" karşılığını sadece susarak ödüyormuş gibi olmasın diye...
- İyi de halkı aldatmak olmuyor mu bu?
- Mustafa "harçlığınıı" halktan almıyor ki...
- Haklı herif: Parayı veren düdüğü çalar! Halk dergisine para vermediği için, Mustafa'nın dergisi de "halkın düdüğü" değil, para verenlerin düdüğü oluyor mecburen...
- Ya herif bence de haklı elbette! Hayat zor! Geçim şartları insana neler yaptırmıyor. Ama hiç değilse, susmakla yetinse, ya...
- Bazen sustuğu da oluyor.
- Ama o zaman da, Mustafa'nın söylemek istediği her şeyi, ortaya çıkan bir takım takma isimli şahıslar söylüyor. Ne gülüyorsunuz?
- Boşver, o konulara hiç girmeyelim.
- Sultanahmet'teki panoyu nereye kaldırdılar acaba!
- Amaan, umurumda değil, valla! Hadi hoşçakalın çocuklar, ben kaçmak zorundayım, bu akşam oyunum var.
- Geç bile kaldın!
- Yetişirim canım, Cevahir, na şurası!... Metroyla beş dakika!
(Kaynak: facebook)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder